Web Günlüğü

Soru - Cevap (Mim)

Aslında Mim hakkında şu son ana kadar çok bilgili değildim. Bu zaman'a kadar blogumda hiç Mim yazısı yazmamıştım. Polat Büyükarslan ağabeyimiz sağ olsun son günlerde blogları meşgul eden Soru Cevap (Mim) ile ilgili yazı yazmış ve beni de mimleyerek bu konuda düşüncelerimi yazmamı istemiş. Bu vesile ile de Mim'in ne olduğunu öğrenmiş oldum. Gönderilen bu Mim yazısı içeriğindeki sorulara elimden geldiğince kişisel düşüncelerimi doğru bir şekilde ve kendimi ifade edebileceğim kadar cevaplandıracağım.

Mantığın mı yoksa duyguların mı ön plandadır?
Biz Türk insanları nedense hemen hemen çoğu şeyde mantığımızla hareket ediyoruz. Ama ben genelde mantığımla hareket eden birisiyim hatta bazen mantığımı çok aşırı kullandığım da oluyor. Az da olsa duygularımla hareket ettiğim zamanlar da oluyor şimdi çok duygusuzsun diye nitelendirilmeyeyim. Eğer duygunun tanımı bence böyle ise; örneğin 2002 yılındaki 3.olduğumuz Dünya Kupası'nda milli takımımızın maçlarını izlerken o an stadda bulunmasam bile evde televizyon karşısında bile izlerken sanki o an o oyunculardan bir tanesini benmişsim gibi tüylerim diken diken olmuştur. Yenildiğimizde ağlamışlığım yendiğimizde yine ağlamışlığım olmuştur. Eğer o zaman mantığımla hareket etmiş olsam duygusuz biri olup ağlamazdım sanırım. Özel veya kişisel hayatımızda aslında bir çok şeye karşın duygularla hareket edilmesi gerekirken (bence) ancak ben nedense çoğu zaman mantığımla hareket etmişimdir. Kısaca mantığım duygularıma göre daha ön planda sanırım.

İnsanlar niye mutlu değiller? Niye gözlerinin önündeki mutlulukları görmüyor ve şükretmesini bilmiyorlar.
Bu duruma farklı bir konudan bakacak olursak zengin-fakir ayrışmasından kaynaklanıyor. Fakir insanlarımız bir ramazan günü ailecek birlikte sofrada sedece iki çeşit yemek olmasına karşın halen birlikte oldukları için, o durumlarından daha kötü bir duruma düşmedikleri için haline şükredip mutlu oluyorlar. Zengin insanlarımız ise her şeyi elde edebilmelerine karşın daha fazlasını isteyip şükretmesini bilmedikleri için mutluluğu görmüyorlar. Mutluluğu görmeden önce onu nasıl görebileceğimizi bilmeliyiz. Oysa mutluluk bir eldeki beş parmağın birbirine yakın olduğu kadar yakın ama nedense görmesini bilmiyoruz. Sonuçta insanlarımızın bende dahil mutluluğu görmeyişimizin en büyük nedenlerinden bir tanesi de mutluluk kavramını karşı konulamaz büyük isteklerimizin arasında kaybettiğimizden kaynaklı. Şu an ki halimize şükredip, elde edemeyeceklerimiz için nasip değilmiş deyip mutluluk elimizden bir an önce kaçmadan ucundan yakalamalıyız.

Çok para harcayıp, keşke almasaydım ya da harcamasaydım dediğin bir şey var mı?
Şu zamanıma kadar öyle uçuk, çok paralar harcamadım. Harcayıp da keşke almasaydım veya boşuna harcamasaydım gibisinden dediklerim de olmadı açıkçası. Tabi çok para kavramı kişiden kişiye değişen bir şey. Çok para kavramının biraz altında harcamışlığım veya bir şeyler almışlığım olmuştur ancak pişmanlık duymadım. Bir şeyler alacakken ince eleyip sık dokuyan bir yapım var. Örneğin en son aldığım telefonu inceleyip araştırırken 10-15 gün gibi uzun bir süre bekledim. Düşünün daha bir kelimesinin anlamını bile bilmediğim Fransızca, İspanyolca gibi dillerde olan inceleme yazı ve videolarını izledim. Bu incelemeler sayesinde de bu dillerden küçücük de olsa öğrendiğim bir şeyler oldu. Sosyal etkinlik olayında da öyle cimri bir yapım yoktur. Hatta tanımadığım yeni karşılaştığım beş kızla yemeğe gidip cebimde beş kuruş para kalmadan restaurant'tan çıkmışlığım bile olmuştur. Kısacası bonkörüm ben bonkör tabi param olduğunda :)

Haklı olduğun bir konuda kendini savunur musun? Yoksa susmak adalet mi dersin?
Haklı olduğumda elbet kendimi savunurum. Ayrıca başkalarının da doğru veya yanlış farketmeksizin düşüncelerini ortaya koymasını savunurum. Bu konuya istinaden Voltaire'in güzel bir sözü vardır: "Söyleyeceklerine katılmasam da, onları söyleme hakkını ölümüne savunurum.". Aynı şekilde benim düşüncelerim yanlış dahi olsa başkalarının bu düşüncelerimi ifade etmemi engellemeyip savunmasını beklerim.

Tok gözlü müsün? Yoksa her şeyim olsun diyenlerden misin?
Tok gözlülük kavramı aslında çoğu zaman yanlış anlaşılan bir şey daha doğrusu kişiden kişiye değişen bir şey de diyebilirim. Örneğin manavdan muz alacağız yeteri kadar 1-2 kg arası bir şey alırız tutup 50 kg muz almayız bu bir nevi tok gözlülüktür. Ancak benzeri olmayan farklı farklı şeyler almak önceki örneğe karşın muz-portakal-elma üçünü birlikte almanın tok veya aç gözlülük ile alakası yoktur(bence). Biz tok kavramını genelde bir nevi sınır olarak kabul ediyoruz. Yani irademizi veya paramızı sınırlandırıyoruz. Ben genelde tok gözlü bir insanım yani ihtiyaçlarım doğrultusunda o zamanın koşullarına göre benim için yeterli olanı alırım. Yukarıda belirttiğim bir örnekte telefondan bahsetmiştim. Şimdi telefon alırken çoğu kişide olduğu gibi genel özelliklerine bakarız 3G, kamera, işlemci, wifi, android veya başka bir işletim sistemine mi sahip, şarjı ne kadar gidiyor gibisinden. İşte bu gibi özellikler bana yetiyorsa ve telefonun fiyatı örneğin 600 liraysa ben onu alırım, yani gidip aynı özelliklere(kısmen) veya daha fazla özelliğe sahip 1000 liranın veya 2000 liranın üstünde bir paraya telefon almam. Bu benim ihtiyaçlarımı karşılıyorsa neden gidip aç gözlülük yapıp daha fazlasını isteyeyim.

Soruları yanlış anlamış veya bizzat düşüncelerimi tam olarak ifade edememiş olabilirim. Bunun için öncelikle varsa bir kusurum affedin. Ayrıca ilgisinden dolayı beni mim'leyen ve sorulara karşı düşüncelerimi belirtmemi isteyen Polat Büyükarslan ağabeyime buradan teşekkürlerimi iletiyorum ve mim'i Enes İlhan kardeşime post ediyorum.
comments powered by Disqus