Web Günlüğü

İstanbul'da 8 ay

Sevgili günlük,
Çok ihmal eder oldum seni kusura bakma. Ara sıra blogger ile ilgili ufak tefek şeyler paylaşsam da son zamanlarda inzivaya çekildim. Uzun zaman önce kişisel konularda bir şeyler yazma düşüncesinden vazgeçmiştim aslında. Aslına bakılırsa uzun zaman önce de kişisel konularda çok fazla bir şeyler yazdığım söylenemez. Yazmayı unuttum desem yeridir. Askerlik, düzenli iş arayışı derken ne çabuk geçmiş uzunca bir zaman farkında bile olamadım. Askerlik sonrası iş arayışına başladığımda bir kaç şehir gezdikten sonra kendimi bir anda İstanbul'da buluverdim.

Hani bir söz vardır ya "İnsanın sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş" diye. Tam olarak aynısını yansıtmasa da benim durumum da benzer. Şimdi saymakla bitiremeyeceğim nedenlerden dolayı en son olmak istediğim yerde 8 ayı aşkın bir süredir İstanbul'dayım.

İstesem de istemesem de burada da zaman geçmeye devam ediyor ve daha kaç gün, kaç ay veya kaç yıl daha böyle devam edecek bilmiyorum açıkçası.

8 ay önce başlayan bu yolculuk yaklaşık 15 m2'lik bir apart odasında haftanın 6 günü 8 - 5 iş ve 1 günü tatil olmak suretiyle devam ediyor.

8 ay boyunca İstanbul'da bir çok şeye şahit oldum ve yaşadım halen de yaşamaya devam ediyorum. Bunları kısa kısa bir nevi maddeler şeklinde daha öncesinden bir yazı taslağı olarak eklemiştim ama paylaşmak nasip olmadı bir türlü. Yaşayanlar için klişe haline gelmiş, yaşamayanlar için ise bir nevi spoiler olacak cinsten bir çok olay ve durumlar aşağıda.

Yeni moda dilencilik : bir yemek parası
- Neredeyse her sokak başında "Açım bir yemek parası verir misin abi" diyen tipler görmemek elde değil. Hadi gerçekten ihtiyaç sahibi olduğunu
bilsem tamam diyeceğim de öyle değil. Özellikle geçenlerde yaşlı bir amca gördüm üzerinde fiyakalı bir elbise var, konuşması gayet temiz ve düzgün. Bir bakışta 3 tane apartmanı, 5 tane arabası vardır bunun pintilikten emekli maaşına dokunmamak için dileniyor düşüncesine kapılıyor insan.

Kağıt - karton toplayıcı çocuklar
- Bir söylentiye göre bu çocuklar her doldurduğu araba için 100 TL alıyormuş. Dedim güzel iş, ben de mi girişsem. Günde 3 araba 300 TL ayda yapar 9bin TL.

Tahammülsüz, sinirli, agresif, soğuk, sabırsız insanlar (Artık daha ne derseniz)
- Sürekli bir şeylere sinirlenen, karşısındakini ezmeye çalışan, dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü zanneden öyle cins bir insan topluluğu var ki bu İstanbul'un en nefret duyduğum şey haline geldi. Bir kaç tane olan olay da değil, markette, otobüste, yolda, durakta her yerde ve her an bu insanlara maruz kalıyorsunuz.

100 kişinin olduğu otobüste hiç kimsenin otobüs kartında fazla bakiyenin olmaması
- Evet böyle bir şey de var. Hemen hemen her gün denk geldiğim bir olaydır bu. Otobüs kartını bir yerlerde unutmuş veya bakiyesi bitmiş bir insan otobüse binip kart rica ettiğinde 100 tane insandan bir otobüs kartı çıkmıyor.

Toplu taşıma araçlarında yer verip vermeme olayı
- Bir de böyle bir durum var tabi. Yaşlılara, hamilelere yer vermeyenler. Zorla birilerini yerinden kaldırıp oturanlar ve daha fazlası. Siz akşama kadar iş stresi ve yorgunluğu yaşamıssınızdır, sadece keyfi amaçlı dışarı çıkan, belki de sizden çok daha sağlıklı ve dinç insanların gözünüzün içine bakarak "şuna bak öküz yer de vermiyor" gibisinden iç söylemlerini hissedebilirsiniz. Burada katılmadığım bir nokta var onu da söylemeden edemeyeceğim olaya duygusal açıdan değil mantıken baktığım için kimse kusura bakmasın. Hani mecburi durumlar tamam da bir insan otobüse binmeyi göze alıyor, dışarı çıkmak istiyor, otobüse binmek için yürüyor ve bunları yapabilmek için ayakları varsa, yaşı, durumu, cinsiyeti farketmez ayakta da gayet doğal bir şekilde ulaşım sağlayabilir. Ben iş yorgunluğu yaşamamdan hem de bel sağlığımın iyi olmamasından dolayı çoğu zaman boş koltuk olmasına rağmen ayakta gitmeyi tercih ediyorum. Gerisini siz düşünün.

Kuru kalabalıklar, Trafik ışıkları
- Sürekli bir yerlere gidip gelen kalabalık insan toplulukları, arabalar, otobüsler, trafik söylemesi bile yoruyor insanı. Bu insanlar ne yapıyor ne amaç uğruna yaşıyorlar diye hergün düşünmeden edemiyorum. Belki ben de bunlardan biriyim ama etrafıma bakınca o kalabalığın içinde kendimi göremiyorum.

Lezzetsiz yemekler
- Aç kalmıyorum da onlarca çeşit yerde yemek yedim yediğim hiç bir yemekten tat alamadım bir türlü. Evdeki yemek lezzetini, tadını beklemiyor insan ama bir şeyler olmalı en azından.

Köşe başlarında kavga eden çiftler
- Bir kaç güne bir gördüğüm olaylardan bir tanesi de bir köşede birbirine bağıran, kavga eden çiftler.

Sokakta yatan insanlar (evsizler)
- Sahiden neden sokakta yatıyor bu insanlar diye her an düşünüyorum.

Tarihi dokular
- Güzel yönden etkileyen durumlar da oluyor tabi. Eski evlerin, binaların, tarihi dokuların var oluşu.

Bütün araç şoförlerinin haklı olması
- Anlam veremediğim durumlardan biridir bu. Taksiye, otobüse, tanıdık birinin arabasına veya herhangi bir kişinin kullandığı araca bindiğimde hep kendini haklı bulan şöförlerin olması. Eee herkes haklıysa kim haksız veya suçlu ?

Araç kullanma stresi.
- Düşüncesi bile kötü. En büyük streslerden bir tanesidir. Sırf bu yüzden bile terk edilesi bir şehir.

Sokak hayvanları için hemen hemen her evin önünde kedi, köpek maması, suyu olması.
- Bu da güzel bir şeydir de keşke düzenli tertipli olsa. Bir de köpek çobanları veya köpeğinin çişi için dışarı çıkaranlar var kimisi topluyor da ya bazıları ? kaldırımın ortasına çiş yaptırıp arkasına bakmadan gidenler var. Kimisi ise çocuğu olsa o kadar ilgilenmez.

Neredeyse her adımda bir yabancı ile karşılaşmak.
- Yurtdışındaki gurbetçiler gibi hissediyor insan.

Satılık fiyatına kiralık evler
- Her kiralayana soruyorum satılık fiyatı değil mi bu diye ?
comments powered by Disqus